2008-07-21

YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI -3


NABLUS HEZiMETi


Mecidiye Muharebesini duydunuz mu?

Duyan kimseler tarihe meraklı cok azınlıktakı birileridir bunu bilesiniz.

Yemen'den bugunku Kilis yakınlarına kadar olan toprakları yani; Yemen, Umman, Korfez Ulkeleri, Suudi Arabistan, Sina yarımadası, Kuveyt, Irak, Suriye, Filistin, Israil ve Urdun'un birkac hafta denilebilecek bir zaman icinde kaybedildigi kilit muharebedir.

Bizdeki bir baska ismi "Nablus Hezimeti" diye gecer, yabancılar "Battle of Megiddio" diye bilir.

Resmi kayıtlarda Osmanlı orduları Alman Liman Von Saunders komutasında oldugu yazılıdır ama sonlarına dogru Mustafa Kemal'in emir komutasındadır.

Ordunun ismi Yıldırım Orduları'dır.

Yigidi oldur hakkını ver derler ya.... Ordu nun vaziyeti muthis perisan idi. Degil Mustafa Kemal gokten zembille bir general gelsede yapılacak pek bırsey yoktu.

Bu savas boyunca Araplar Ingilizlerle birlikte hareket ederek Osmanlı ordusunu yoketmistir (destruction). Zaten Araplarla aramızın 90 senedir iyi olmadıgının sebebi budur... ama bunları okullarda ogrenemeyiz.

Niye?

"Mustafa Kemal savas kaybetmistir" mi diyecektik?

Bu muharebe 31 Eylul 1918 de bitiyor.

Bir ay sonra Mondros Mutarekesi (Ateskes Anlasması) yapılıyor ve normal sartlarda Mustafa Kemal'in atanması bekleniyor. Ama yerine Rauf Bey gidiyor.

Sebebi: Bir rivayete gore Mustafa Kemal ve Ingiliz ordularının komutanı Allenby bir sekilde gorusuyorlar ve Ingilizlerin kafalarındakı savas sonrası minik Osmanlı Devleti hakkında anlasmaya varıyorlar. Bir baska rivayete gore gorusme olmuyor fakat bu secim Vahdettin'e bırakılıyor. Ve Vahdettin Mustafa Kemal'i once yaveri yapıyor, sonrada bu goreve uygun goruyordu (arsivler gizli tutuldugu surece rivayetin sonu gelmez). Zaten Mutarekeden bir gun sonra Mustafa Kemal Paşa'nın görüşlerini yansıtan Minber gazetesi 1 Kasım'da, "Bir devletin küçülmüş bile olsa herhalde bir siyasi mevcudiyet ve milli birlik muhafaza ederek böyle bir badireden kurtulabilmiş olması en büyük siyasi başarı sayılmalıdır." yazıyordu.

Mondros Anlasmasından 6,5 ay sonra 19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal onemli bir yolculuga cıkıyordu.

Aklından neler geciyordu?

Kimleri?

Nasıl?

…biraraya getirmeyi tasarlıyordu?


YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI 1
YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI 2
YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI 3

2008-07-16

YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI -2

SYKES-PICOT ANLASMASI

Yandaki harita I. Dunya Savasi sirasinda 16 Mayis 1916 tarihinde Rus, ingiliz ve Fransizlarin son Osmanli topraklarini masa basinda nasil paylastiklarini anlatiyor. Bu harita Ingiliz, Fransiz ve Ruslarin gizli olarak yaptigi -Osmanliyi Paylasma Anlasma-si olarak bilinen Sykes-Picot Anlasmasidir. Dikkat ederseniz bugunku Ortadogu haritasi asagi yukari o gun cizildigi bicimdedir.


Haritada gosterilmeyen ve o anlasmaya gore Istanbul, Bogazlar ve Dogu Anadoludan (Samsun, Sivas, Van hattinin dogusundan) olusan topraklar Rusyaya hediye edilmistir. Fakat Ingiltere ve Fransa, Rusyanin Subat 1917 Bolsevik Devrimini gerekce gostererek Rusyayi bu ortakliktan cikartmislardir. Zaten savaslar ve ic savaslar yuzunden zayif olan Rusya olayi 1946 ya kadar sineye cekmis fakat anlasmanin gizliligini sabote ederek anlasmayi dunyaya aciklamistir.

Savastan sonra Rusyaya verilmeyen Dogu Anadolu ve Istanbulu daha sonra Ingilizler isgal etmislerdir.
***

Osmanliya travma yaratan Sykes-Picot Anlasmasi ile Istanbulun fethi arasinda ironik bir acidan benzerlik vardir. 1453 de Bizans uygarligi Osmanli hegemonyasi altina girmis, Sykes-Picot ile de Osmanli uygarligi ingiliz hegemonyasi altina girmistir.
1945 de II. Dunya Savasindan zaferle cikan ABD daha sonraki surecte ingilterenin dunya hegemonyasinin bir kismini kendi uzerine devralmistir. Bu devralmaya Turkiyedeki ingiliz etkisi dahildir.

1946 da savasin diger galibi olan Rusyanin Sykes-Picot taki payini istemeye baslamasi ile pacasi tutusan Ismet Inonu 1949 da Ingiltereye ve Amerikaya iyice yaklasmis 1952 de NATO ya katilarak ulkenin gidisatina ABD ve Ingiltereyi resmi olarak sokmustur. Bundan sonraki donemde Silahli Kuvvetler basta olmak uzere neredeyse tum kurumlar ABD pararlelinde siyaset yapmis hatta gerektiginde ABD den gelen darbe taleplerinide yerine getirmislerdir.
***

Kralice Victoria doneminde ingiliz basbakani olan Benjamin D’Israeli sayesinde olgunlasan Yahudilere tolerans tavri giderek "Jugenstaat" fikrini gelistirmis, bu surecte bir Israil devleti niyetide yine Sykes-Picot Anlasmasi vasitasiyla vucut bulmustur. "Balfour Declaration of 1917" bu niyeti resmilestirmis ve 1948 tarihinden sonra ABD ve Ingiltere tarafindan fiilen hayata gecirilmistir.
***

1938 deki Alman isgalinden sonra gume giden, ABD tarafindan kurtarilan bir daha ABD ve Ingiltereyi yakalayamayan Fransa ise tablodaki degerini buyuk bir olcude kaybetmistir. Hala bunu icine sindiremedigi icin Rusya ve Cin gibi arada bir ABD-Ingiltere-Israil hattina muhalefet yaparak kendine saygiyi yukseltmeye gayret eder ama bir turlu isgal edilmisligin gunahindan kurtulamamistir.

Almanya ise bir daha tehdit olmayacak sekilde isgal edilmis, parcalanmis ve dagitilmistir.


YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI 1
YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI 2
YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI 3

2008-07-15

YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI -1

(son guncelleme 2008-7-25)


MODERN TARiHiMiZDEKi iNGiLiZ PARMAGI

Emin Oktay ogretisi tarih bilgisiyle sordugunuzdaki bu cevapsiz sorular nelerdir?

Birkaci...

1- Osmanlinin yikilisi olan Birinci Dunya Savasindan sonra Bogazlar, Istanbul ve ayrica Urfaya kadar Guneydogu Anadoluyu isgal eden ingilizler nasil olduda tek kursun dahi atmadan cekip gittiler?
Zayif olan Yunanlilar niye korkmadi ve savastilar da cok daha guclu ingilizler "korktu"mu?
Ingilizler Hindistandan neden oyle kolay cikmadilar?

Milli arsivlerin genel anlamda halka acik olmamasi sebebiyle bu sorularin cevabi belgeler ortaya konularak bulunamiyor. Ama bir gercek varki o da bu belgeler "resmi tarih ve ideolojiye" aykiri olmasaydi catir catir yayinlanip propagandasi yapilirdi.
Bu "varsayim"dan hareketle, ingilizlerin, Fransizlarin ve Italyanlarin sessiz sedasiz Turkiyeden cekip gitmelerinin altinda hosumuza gitmeyecek bazi seylerin oldugunu soylemek yanlis olmaz.

2- 14 Haziran 1926 da Mustafa Kemal'e yapilmasi planlanan -Izmir Suikasti-nin arkasinda kimler vardi? Eski bir mebus olan Ziya Hursit ve dusuk rutbeli bir eski subay Sari Efe Edip in Cumhurbaskanini oldurup iktidari almasi akil almaz bir naiflik. Arkasinda kimler vardi? Dahasi "arkasi"nin arkasinda kimler vardi?

- Suikast tertibinin arkasinda oldugu soylenenlerden biri olan ve bir donem basbakanlik yapmis olan Rauf Orbay nasil oluyorda once idama, sonra 10 sene hapse mahkum ediliyor, ardindan affediliyor ve hatta daha sonra Inonu tarafindan Londra ya buyuk elci olarak ataniyor?

- Dayisi Rauf Orbay'i anlatan Zafer Orbay anilarinda soyle diyor


Milli Mücadele ateşini yakan çekirdek kadrodan biri olan Hüseyin Rauf Orbay ve arkadaşlarının (...)‘‘Biz oturduk konuştuk.’ Mustafa Kemal Paşa’ya, ‘Bak Paşa’ demişler (...) altından heykelini yapalım, ama CHF’nin başına geçme’ dediklerini anlatan yeğen Zafer Orbay, paşaların, ülkede halk yönetimi istediklerini, muhalif partiyi bu sebeple kurduklarını söylüyor.

Yani bir baska deyisle Mustafa Kemal'e "sen artik cekil" deniyor. Bu ne curet! Nereden geliyor bu cesaret? Mustafa Kemal den daha guclu fakat gorunmeyen bir kuvvetmi var ortada? Varsa kim, ne?
Iste bu sorunun arkasindada yukaridaki 1. sorudaki cevaptan fazla birseyler soylemek zor.
Acaba Mustafa Kemal ingilizlerin Turkiyeyi isgalini sona erdirmek icin gizli bir anlasmami yapti?
Yaptiysa nasil -balli- bir anlasmaydi ki tek kursun dahi atmadan Anadoluyu terkettiler.
Rauf Orbay'in ingiliz yanlisi oldugu acik. Tek-Adam rejimi doneminde Ataturkun karsisina cikip "pasam sen artik cekil" deme cesaretinin arkasinda ingilizlermi vardi? yada ingilizlerle yapildigi sorgulanan anlasmami?


- Rauf Orbay ve Ingiliz basbakani Churchill in yakinligi, samimiyetini ise yegeni soyle anlatiyor:
Osmanlı devleti donanmayı güçlendirmek için İngiltere’den büyük bir zırhlı sipariş eder. Rauf Bey de, zırhlıyı İngiltere’den teslim alacak ekibin kaptanı seçilir ve bin kişilik bir mürettebatla yola çıkar. Churchill de o sırada Bahriye nezaretinde bakan yardımcısıdır: “1914 yılının maalesef, maalesef diyorum nisan ayı. Mayıs’ta ortalık karışıyor. Birinci Dünya Savaşı çıkıyor.
Çıkınca da İngilizler zırhlıyı teslim etmiyor, son ödemesi de 700 bin altın olarak yapılmış olduğu halde. Onun için, görüşmelerde dayımın en büyük kozlarından biri de oydu. İngilizler kendilerini dayımın karşısında daima ufak hissediyorlardı, Churchill dahil. Çünkü 'Sultan Osman'a (gemisine) haksız olarak el koymuşlar. Churchill emir vermiş. Oradan tanışıyorlar yani. 1942-44 yıllarında Londra sefiri olunca da bayağı yakın davranmış Churchill. Yanına alıp radar mevzilerini bile gezdirmiş. Çok sayıyorlar, hürmet ediyorlar ama İngiliz İngiliz’dir, Amerikalı da Amerikalı.”Rauf Orbay, Birinci Dünya Savaşı sırasında İran ve Irak’ta Teşkilat-ı Mahsusa’da görevli çalışır.

Rauf Orbay'in ingiliz aşkı... yada ingilizlerin Rauf Orbay aşkı dogrusu dusundurucu. Hele Rauf Beyin tam Izmir Suikasti gunlerinde Avrupaya (saglik nedeniyle???) kacmasi, Ataturkun vefatindan sonra Inonu tarafindan Londraya elci yapilmasi epey dusundurucu.

(Inonu nun ingilizlere yakinligi varmiydi? Zamani geldiginde bu soruyuda kurcalamaya calisirim).


YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI 1
YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI 2
YAKIN TARiHiMiZiN SiSLi SORULARI 3

2008-07-14

‘Kımıl’ olayından 49’lar Davası’na

http://www.taraf.com.tr/yazar.asp?id=12
Ayse Hur, TARAF, 2008-7-14

MOLLA BARZANİ • 14 Temmuz 1958’de Irak Kralı Faysal, General Abdülkerim Kasım tarafından kanlı bir darbeyle tahttan indirilmişti. Darbeden sonra cumhuriyet ilan eden generalin ilk işi, İran’da kurulan Mahabad Cumhuriyeti’nin önderlerinden olup 1947’de Cumhuriyet yıkıldıktan sonra önce Irak’ta sonra Sovyetler Birliği’nde gözetim altında tutulan Molla Mustafa Barzani’yi Bağdat’a davet etmek ve Kürtlere Kerkük’ün de içinde olduğu bir otonom bölge sözü vermek oldu. Bu ittifak sonucu, 7 Mart 1959’da General Sevaf adlı ırkçı bir Arap generalin Abdülkerim Kasım’a karşı Musul’da başlattığı ayaklanma Mustafa Barzani ve peşmergeleri tarafından bastırıldı. Barzani, ayaklanmacıları kurşuna dizdirdikten sonra kendisine yardım eden Arap aşiretlerini de tarumar etti. Olaylar sırasında iki Türkmen’in de ölmesi, Irak’ta Kürtlerin giderek güçlenmeye başlamasından rahatsız olan Türkiye’ye olaylara dahil olması için bahane oldu.

KADİM KÜRT POLİTİKASI • Tam o günlerde, lakabı ‘Alman Generali Rommel’ olan CHP Niğde Milletvekili emekli asker Asım Eren, dönemin başbakanı Adnan Menderes’e “Irak Kürtlerinin, Irak’ta Türkmen soydaşlarımıza yaptığı baskı, zulüm veya öldürme olaylarından dolayı, Türkiye’deki Kürtlere karşı aynıyla mukabele yapacak mısınız” diye sormuştu. İddialara göre Cumhurbaşkanı Celal Bayar “Kürtlerden bin tanesini Taksim Meydanı’nda sallandıralım ki diğerlerine ibret-i âlem olsun” demiş, ancak Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun “Türkiye’nin dışarıdaki itibarı Ermeni meselesi ve Rumlara karşı yapılan 6-7 Eylül saldırıları dolayısıyla zaten kötü, buna bir de Kürtleri eklemeyelim” demesi üzerine, ‘daha yumuşak’ (!) bir plan yürürlüğe konmuştu. ‘Hukukun üstünlüğü’ ilkesinin hak ettiği itibarı kazandığı bu günlerde, Bayar-Menderes ikilisi ile onları Yassıada’ya gönderen 27 Mayısçıların Kürt meselesine nasıl yaklaştığını hatırlamak ilginç olur diye düşündüm.

Herşey 15 Nisan 1959 tarihli Akşam gazetesinin manşetten verdiği şu ithamla başlamıştı: “102 üniversiteli Kürt, Kürtlük iddiasında bulundu.” Haberden anlaşıldığına göre, öğrenciler ‘Rommel’ Asım Eren’in Molla Barzani tarafından Irak’ta öldürülen Türkmenler kadar Türkiye’de yaşayan Kürt’ün öldürülmesi’ şeklindeki insanlık dışı teklifini protesto etmek için, Başbakan, Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Diyarbakır Baro Başkanı ile ABD, Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi büyük devletlerin büyükelçiliklerine olayları kınayan birer telgraf çekmişlerdi. Telgrafın altında ‘Türkiye Kürtleri’ imzasının olması Ankara’da alarm zillerinin çalmasına neden olmuştu. Eylem hiçbir şekilde şiddet içermeyen gayet demokratik bir tepkiydi ama, 1938 Dersim olaylarından beri sesi çıkmayan Kürt milliyetçilerinin, üzerlerindeki ölü toprağını atmaya karar verdiklerinin işaretiydi. İlk tedbir olarak ‘Kürtçülük mevzuundaki’ tüm yayınların yasaklanması yönünde bir mahkeme kararı çıkartıldı.

İkinci kriz, 31 Ağustos 1959 günü, Diyarbakır’da yayınlanan İleri Yurt gazetesinde Musa Anter’in ‘Amma Ne İleri Yurt’ adlı hiciv sütununda boy gösteren ‘Qimil’ (Kımıl) adlı Kürtçe şiir yüzünden yaşandı. Olayın ayrıntılarına girmeden söyleyelim, ‘kımıl’, can yoldaşı ‘süne’ ile birlikte, tüm Cumhuriyet tarihimiz boyunca (hatta bugün de) bir türlü baş edemediğimiz bir hububat zararlısıydı. Kürtçe şiirin teması şuydu: Siverekli bir kız, kımıl zararlısı tarafından samana döndürülmüş bir torba buğdayı çerçiye götürüyor, çerçi buğdayın işe yaramadığını görünce, buğdaya karşılık mal veremeyeceğini söylüyordu. Kızcağız da yüzyıllardır gelenek olduğu üzere, üzüntüsünü bir türküyle dile getiriyordu: “Bi çîya ketim lo apo, çîya melûlbûn rebeno/ Ceh seridî lo apo, genim hûrbûn êvdalo/ Qimil hatî lo apo, bi refa ye rebeno/Xwar genimî lo apo, hiştî qâye rebeno” (‘Dağa tırmandım amca, zavallı dağ mahzunlaştı/Arpa olgunlaştı amca, buğday un ufak oldu biçare/Kımıl geldi amca, kafile halen de zavallı/Buğdayı yedi, geride samanı bıraktı zavallı....’) Yazar yazının sonunda şiirin kahramanı kıza şöyle diyordu: ‘Üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık.’

KÜRT UYANIŞI MI? • Kımılın bu metaforik kullanılışını Ankara affetmedi elbette. 6 Eylül 1959 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Doğu illerimizden birinin merkezinde çıkan bir gazetede anlaşılmaz sebeplerle Kürtçe bir şiir neşrediliyor” dendikten sonra “İnsaf edelim. Bu Doğu ili İstanbul değil ki, 20-30 gazete çıksın da insan meşgul bir gününde hepsine bakamasın. Sonra hadi kendisi bakamadı, o il merkezinin zabıtası yok mu, adliyesi yok mu?” diye ortalık velveleye veriliyor, 19 Eylül 1959 tarihli Ulus ise “...Bir soru da benden: Bu gazeteye kim kâğıt veriyor” diye öküz altında buzağı arıyordu. Beklendiği üzere İleri Yurt ve Musa Anter aleyhine dava açılmıştı ancak olay yerelden ulusal düzleme taşmış, sanıkları savunmak için başka şehirlerden avukatlar gelmeye başlamış, mahkeme salonu ve adliye binasının önü miting alanına dönüşür olmuştu. Aynı şekilde Ankara ve İstanbul’daki Kürt asıllı lise ve üniversite öğrencileri heyecanla davayı izliyorlardı. Ödemiş’te yayınlanan Cephe isimli gazete kelleyi koltuğa alarak, Diyarbakır’a ve Musa Anter’e şöyle destek vermişti: “İstanbul gazeteleri kıyamet koparıyor. Diyarbakır’da çıkan İleri Yurt gazetesi Kürtçe bir şiir neşretmiş. Bakın Küstaha. Genelevlere kadar ‘Welcome’ diye Amerikanca yazılan memleketimizde, Kürtçe şiir Garbilik şerefimize dokunuyor...” Durum Ankara’nın canını o kadar sıkmıştı ki, Celal Bayar Diyarbakır Valisi’ne telefon açıp, Musa Anter’in ‘kafasının ezilmesi’ni istemişti.

Burada bir parantez daha açıp Musa Anter’le ilgili bir anekdotu ktaralım. 1950’lerde hemen her makalesinde Kürtçe’ye yer verdiği için sık sık mahkemeye çıkarılan Kürt aydını Musa Anter’e, bir gün hâkim “Ne diye Kürtçe yazıyorsunuz” diye sormuş, Anter de “Hâkim Bey, İstanbul’da Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler gazete çıkarıyorlar. Ayrıca İngilizce ve Fransızca gazete de çıkıyor. Ben Kürtçe yazıyorum diye ne olacak?” demişti. Hâkimin “Efendim onlar azınlık” karşılığı üzerine de taşı gediğine koymuştu: “Hâkim Bey, yani bir memlekette azınlık çoğunluktan daha mı avantajlıdır? Eğer bir azınlık kadar hakkım yoksa ben böyle çoğunluğu ne yapayım? Lütfen karar verin ve beni de azınlık kabul edin.” ‘Ape’ Musa Anter, 20 Eylül 1992’de bir PKK tirafçısı tarafından tuzağa düşürülerek öldürüldü.

RASTGELE TUTUKLAMALAR • Hükümet, bu olaylardan sonra MİT’e emir vererek bir ‘Kürt raporu’ hazırlamasını istedi. Raporda, 1.000 ila 2.500 kişilik bir Kürt grubunun ‘tenkil’ edilmesi öneriliyordu. Celal Bayar’ın ‘bin kişiyi sallandıralım’ şeklindeki meşhur sözünü bu öneri üzerine yaptığı anlaşılıyordu. ‘Sallandırma’ işine prensip olarak karşı çıkmayan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun uyarısı ile 50 kişilik bir idam listesi ile yetinmeye karar verdi. Yani 1950’lerde izlediği CHP karşıtı politikalarla Kürt oylarını DP’de toplamayı başaran Bayar ve Menderes, uluslararası konjonktürün de etkisiyle, bir öğrenci protestosu karşısında devletin iliklerine kadar işlemiş olan kadim paranoyaya teslim olmuştu. Yurdun dört bir yanındaki tutuklamalar 17 Aralık 1959 günü başladı. Tutuklama müzekkeresinde isim yoktu. MİT kimi öneriyorsa, 50 kişilik listeye onun adı yazılıyor ve tutuklanıyordu. Polisin iddiasına göre Bitlis bağımsız milletvekili Ziya Şerefhanoğlu’nun evinde üzerinde el yazması Arap harfleriyle ‘Kürt İstiklal Partisi’ yazan birkaç sayfalık bir tüzük taslağı bulunmuş, ayrıca bazı üniversite öğrencilerinin üzerinde ve ev aramalarında Molla Mustafa Barzani’nin resimlerine rastlanmıştı. Ancak tutuklananlar arasında bulunan Dr. Naci Kutlay’a göre olayın arkasında bir örgüt yoktu.

GÖZALTINDA ÖLÜM • Tutuklama kararını Ankara’daki Askerî Savcılık istemişti ama tutuklananlar İstanbul Harbiye’deki hücrelere konuldular. Harbiye’de 40 hücre olduğu için, geriye kalan 10 kişi tutuksuz yargılanacaktı. Sorgulamayı yapacak hâkim Orhan Akaya, ancak iki ay sonra İstanbul’a geldi ve sorgulamaları ancak üç ayda tamamlayabildi. Hücrelerin uygunsuz koşullarından dolayı, sanıklardan Ankara Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Mehmet Emin Batu mide kanamasından ölünce geriye 49 kişi kaldı. Bunlardan biri olan Nurettin Demirtaş, Emin Batu’nun zorla taksiye bindirildiğini görüp, ‘arkadaşımı nereye götürüyorsunuz?’ diye sorma gafletinde bulunan sıradan bir vatandaştı. Daha sonra iki kişi daha dahil oldu ama dava kamuoyunda hep ‘49’lar Davası’ diye bilindi.

DARBE OLUYOR • Milletvekili Avni Doğan’ın Emin Batu ile ilgili soru önergesi ve İsmet İnönü’nün Samsun CHP Kongresi’ne çektiği telgraftaki üstü örtük ifadeler dışında CHP’nin 49’lar Davası’na yönelik ciddi bir tepkisi olmadı. Tutuklular beş aydır hücrelerinde mahkemeye çıkarılmayı bekliyorlardı ki, 27 Mayıs darbesi oldu. Başta Adnan Menderes ve Celal Bayar olmak üzere önde gelen DP’liler Yassıada’ya gönderildi. Sanıklar demokratikleşme vaadiyle iktidara gelen darbecilerin kendilerini salıvereceğini ummuştu ama yanıldıklarını kısa sürede anladılar. Çünkü darbeciler 26 Ekim 1960’ta çıkardıkları genel aftan 49’ların yararlanmasına izin vermediler.

AVUKAT BİLE BULAMIYORLAR • İddianame de bir türlü hazırlanamıyordu, çünkü ’50 kişiyi sallandıracak’ kanıt bir türlü bulunamıyordu. Ancak ortada öyle bir korku atmosferi yaratılmıştı ki, avukat olan Kürt milletvekilleri bile 49’ları savunmaya yanaşmıyordu. Sadece Medet Serhat’ı savunan Seniha Hanım (daha sonra evleneceklerdi) ile DP Milletvekili Ali Karahan’ı savunan emekli yargıç Turan Ayata bu cesareti göstermişti.

TCK 125 Mİ 141-142 Mİ? • Yaklaşık on dört aylık tutukluluk döneminin ardından davanın görülmesine 3 Ocak 1961’de başlandı. İlk duruşmada sanıkların tutuksuz yargılamalarına karar verildi. Savcı, sanıkları üç gruba ayırmıştı. İlk grupta bulunan Nurettin Yılmaz, Esat Cemiloğlu, Ferit Bilen, Mustafa Direkçigil, Fevzi Avşar, Hasan Ulus, Nazmi Balkaş, H. Oğuz Üçok, M. Nazım Çiğdem, Fevzi Kartal, Mehmet Aydemir, Emin Kotan, Ökkeş Karadağ, Muhsin Şavata ve Fethullah Kakioğlu için mahkûmiyetlerini gerektirecek kâfi delil bulunmadığından’, ‘takdiri mahkemeye ait olmak’ üzere beraatları talep edildi. İkinci grupta bulunan Turgut Akın, Sıtkı Elbistan, Şerafettin Elçi, Mustafa Ramanlı, Mehmet Özer, Feyzullah Demirtaş, Cezmi Balkaş, Halis Yokuş, İsmet Balkaş ve Sait Bingöl için yine ‘mahkûmiyetlerini gerektirecek kâfi delil bulunmadığından’ beraatları istendi.

8 YILLIK HUKUK SKANDALI • Üçüncü grupta bulunan Şevket Turan, Naci Kutlay, Ali Karahan, Koço Elbistan, Yavuz Çamlıbel, Mehmet Ali Dinler, Yusuf Kaçar, Ziya Şerefhanoğlu, Medet Serhat, Hasan Akkuş, Örfi Akkoyunlu, Selim Kılıçoğlu, Şahabettin Septioğlu, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Yaşar Kaya, Faik Savaş, Haydar Aksu, Ziya Acar, Fadıl Budak, Halil Demirel, Necati Siyahkan, A. Efem Dolak, Musa Anter, Canip Yıldırım ve Mehmet Bilgin’in ise TCK’ nın ‘Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı devletin hâkimiyeti altına koymaya veya devletin birliğini bozmaya veya devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır” diyen 125. maddeye göre yargılanması isteniyordu.

VE ZAMANAŞIMI • Ortada delil falan olmadığı için tüm sanıklar 30 Nisan 1964’te beraat etti ancak savcının itirazı üzerine karar Askerî Yargıtay tarafından bozuldu. 1965’te suç vasfı değiştirilerek dava yeniden görüldü. Bu sefer Y. Çamlıbel, Ş. Turan, M. Serhat, H. Akkuş, Ö. Akkoyunlu, S. Kılıçoğlu, Ş. Septioğlu, S. Elçi, S. Kırmızıtoprak, Y. Kaya, F. Savaş, F. Budak, A. E. Dolak, C. Yıldırım ve M. Anter TCK’nın 141 ve 142. maddelerinden yani “yabancı devletlerin müzahereti ile milli duyguları yok etmeye ve zayıflatmaya matuf cemiyet kurmaktan” 16 ay hapis, 5 ay 10 gün sürgün cezası aldılar. Askerî Yargıtay bu kararı da bozunca dava Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’na gitti ancak karar kesinleşmeden dava zaman aşımına uğradı ve ‘49’lar’ paçayı kurtardılar. Mehmet Emin Batu ise öldüğüyle kaldı...

27 Mayısçıların Sivas Kampı Sürgünleri

31Mayıs 1960’ta, yani darbeden dört gün sonra Cumhuriyet gazetesinde “Milli Birlik Komitesi’nin yakında neşredeceği vesikalarda bir Kürdistan hükümeti tesisi için DP grubu içinde çalışanların varlığı ispat ediliyor. Sabık iktidar, Şeyh Said’in oğlunun Rus yapısı ciple Doğu’da propaganda yapmasına göz yummuştur” şeklinde bir haber çıkmıştı. Yine o günlerde Hakkari, Van, Siirt, Mardin, Diyarbakır gibi sınır illerinde Molla Mustafa Barzani hareketine destek eylemleri yapıldığı yönünde iddialar vardı. ‘49’lar Davası’ndaki tutumlarından da anlaşıldığı gibi darbeciler DP’yi karalamak için kadim ‘Kürtler tarafından bölünme’ korkusuna sarılmışlar, işin içine bir de ‘Rus cipi’ katarak diğer kadim korkumuz ‘Moskof tehlikesi’ni de ihmal etmemişlerdi.

AĞALIK VE ŞEYHLİĞİN TASFİYESİ • Haberin hemen ertesi günü yani 1 Haziran 1960’ta, bölgelerinde etkili olan toprak ağalarından, aşiret reislerinden, şeyhlerden ve Kürt milliyetçisi olduğundan şüphelenilen toplam 485 kişi tutuklanarak Sivas-Kabakyazı’da açık arazide kurulan bir kampa kapatıldılar. Ancak o günün gazetelerinde bu konuda bir haber çıkmadı. Olay ortaya çıktığında gerek Milli Birlik Komitesi (MBK) adına yapılan açıklamalarda, gerekse de gazetelerde yazdırılan yazılarda, sürekli ‘ağalık ve şeyhlik düzeninin yıkılmasına’ vurgu yapılıyordu. Örneğin 19 Ekim 1960 tarihli Öncü gazetesinde Genelkurmay eski Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın şu sözleri yer almıştı: “Şarkta, ağa, bey, şeyh denilen 35-40 kadar köye sahip kişiler, derebeylikler hâlâ mevcuttur. (...) Bölgelerinde Türk harfleri ile tedrisata muhaliftirler. Köylüyü her surette baskı altında tutarlar. ... Köylülerimiz Türklüklerini müdriktirler. Kürtlük propagandası sırf derebeyliklerinin devam edebilmesi için şeyh ve beyler tarafından halka yayılmaktadır.” MBK bildirisindeki şu satırlar ise adeta 1930’daki ırkçı tezlerin tekrarı gibiydi: “Türkiye’nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir.”

Anlaşılan 27 Mayısçılar da, aynen selefleri (ve daha sonra halefleri) gibi birkaç ağa ve şeyhi Batı’ya sürmekle feodal düzenin çözüleceğini, Kürt meselesinin hallolacağını sanıyorlardı. Üstelik ağalık düzeni ülkenin batısında da yaygındı ama kimsenin aklına Türk ağalarını Doğu’ya sürmek gelmiyordu. Aynı şekilde kabak nedense CHP’li ağalara ve feodallere değil, DP’li ağalara ve feodallere patlamıştı.

KAMPIN ÜNLÜ REHİNELERİ • Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan buraya getirilen 485 kişi arasında, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın dedesi Zeynel Turanlı, günümüzün önde gelen Alevi liderlerinden İzzetin Doğan’ın babası Hasan Doğan (kampın en yaşlı üyesiydi), eski DYP Milletvekili Sedat Bucak’ın babası Hakkı Bucak ve amcası Mehmet Bucak, Hak ve Özgürlükler Partisi (HAKPAR) Genel Başkanı Sertaç Bucak’ın babası ve dönemin Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) Başkanı Faik Bucak (1966’da suikasta kurban gitti), Deniz Gezmiş davasının savcısı Baki Tuğ’un babası, Şeyh Said’in oğulları (ailenin o sıradaki reisi Abdülmelik Fırat da Yassıada’da idi), Van’dan Kartal, Hakkâri’den Ertuş, Diyarbakır’dan Ensarioğulları ailelerinin üyeleri ve Said Nursi’nin 22 müridi vardı. Ama kurunun yanında yaş da yanar misali, bir sürü gariban da vardı.

Getirilenlerin tümünün menkul ve gayrimenkul mallarına el konulmuştu. Kamptaki yemeklerini ceplerinden yiyorlar, günlerini satranç ya da tavla oynayarak ve sohbet ederek geçiriyordu. Çamaşırları maddi durumu iyi olmayan kamp sakinleri yıkıyordu. İşkence yoktu ancak özellikle DP’lilere yönelik küfürlü hakaret vardı.

ZORUNLU İKAMET • Sivas Kampı sakinlerinden bir bölümü, 7 Ekimz1960 günü, yürürlükteki 2510 Sayılı İskân Kanunu’na ek olarak çıkarılan ve “Sosyal birtakım reformları yapabilmek, ortaçağın Türkiye’de yaşayan düzenini yıkmak, ağalık ve şeyhlik gibi müesseseleri yıkmak” gayesi ile çıkarılan 105 Sayılı Kanun’la Kürtlerin adeta bağışıklık kazandığı sürgünle tekrar karşı karşıya gelecekti. Sürgüne gidecek 54’ü DP’li, biri Cumhuriyetçi Köylü Millet Parti’li 55 kişiyi “Babam Şarkın cellâdıydı, ben de sizin cellâdınız olacağım” diye övünen İçişleri Bakanı Muharrem İhsan Kızıloğlu seçmişti. (Babasının kim olduğunu tespit edemedim). Bu 55 kişi, Aralık ayında Antalya, İzmir, Burdur, Muğla, Afyon, Isparta, Manisa, Çorum ve Denizli’de zorunlu ikamete tabi tutuldular.

AF VAR ÖZÜR YOK • Neyse ki aklıselim galip geldi ve 21 Kasım 1960’ta 193 kişi tahliye edildi. Geriye kalanlar dokuz ay kampta kaldıktan sonra, üç aylarını sekiz vilayetin nezarethanelerinde geçirip, üstüne de iki buçuk yıl sürgün hayatı yaşadıktan sonra, 55 sürgünle birlikte Ekim 1963’te çıkarılan genel afla serbest kaldılar. Devlet kendilerinden özür dilemediği gibi, kamptan ayrılırken, yemek parası olarak 400 liralarını kesmeyi de ihmal etmemişti.

TBMM’nin eski başkanlarından Hüsamettin Cindoruk bu olayın günümüze kadar devam eden sonuçlarını şöyle özetlemişti: “... Kürtçülük ideolojisi orada bir okul gibi ortaya çıkmıştır. Siz devletine bağlı adamı da karşıt görüşlerdeki adamı da oraya götürdünüz ve karşıt görüşlerdeki kesim ‘Devletine bağlı oldun da ne oldu? Bak yine bizimle beraber buradasın!’ söylemini savundu. 27 Mayıs’ın ikinci hatasıysa doğu bölgelerinde tespit ettiği 55 ağayı batı bölgelerine sürgüne göndermek olmuştur. Çıkan tablo ne? Bir tarafta kanaat önderleri Sivas Kampı’nda, diğer tarafta 55 ağa batı bölgelerinde sürgünde. Soru şu; ortaya çıkan boşluğu kim dolduruyor? Ayrılıkçı Kürt ideolojisi!.. 1950 ve 1960 arasındaki yumuşama dönemi Sivas Kampı ve ağaların sürgüne gönderilmesiyle tam tersi bir sürece dönmeye başlamıştır. Bundan sonra da devletin iki yakası Doğu’da bir araya gelmemiştir.” (Aktaran Nevzat Çiçek, “47 Yıl Sonra Sivas Kampı”, Nokta, S.12, 18-24 Ocak 2007)

Hüsamettin Cindoruk’un söylemeye dilinin varmadığı ise, bu politikanın Cumhuriyet’in kadim politikası olup, günümüzde de hâlâ devam ettiği, daha da vahimi, aynen devam ettirilmeye çalışıldığıydı...

Kaynakça: Yavuz Çamlıbel, 49’lar Davası, Garip Ülkenin İdamlık Kürtleri, Algı Yayınları, 2007;Naci Kutlay, 49’lar Dosyası, Fırat Yayınları, 1994; Musa Anter, Kımıl, Avesta, 2000.

2008-06-24

OYAK'IN KISKANCLIK VEREN BASARISI




Kurulusu: OYAK internet sitesine gore 1 Mart 1961 de kurulmus. Yani 27 Mayis DARBESININ hemen akabinde kurulmus.



Belkide sadece tesaduf.


***



Amaci: "üyelerinin karşılaşabilecekleri sosyal ve fiziksel risklere karşı ek bir sosyal güvenlik oluşturma".



Ayni amacla kurulan pek cok memur "yardimlasma kurumlari" vardir.



Onlarin bu denli basarili olmamasi belkide sadece tesaduf.


***



Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesindeki (EESC) bir belgede sunlar yaziyor;







"...the armed forces maintain considerable power in Turkish society and economy: there is a vast area of influence – formal as well as informal – of the military which must be made transparent in the same way as all other economic activities
*. This economic aspect has so far been neglected in discussions by the EU of the powerful role of the army in Turkish society only".
*...OYAK is an occupational pension fund that is alike with its equivalents in the EU.




Kisacasi, Oyak'in mesleki bir emeklilik fonu olup, Avrupadaki denklerine benzemedigi... askeriyenin ekonomik konularda formal yada informal "influence" yani etkisi oldugunu ve bunun seffaflastirilmasinin mecburi hale getirilmesinden bahsediyor.




Belkide EESC nin iddiasi maksatlidir.


***



Turkiyede zaman zaman ihalelere fesat karistiran, tehdit eden, hatta bu maksatla daha ciddi suclar isleyen kimseler, ceteler, mafya vs oldugunu ve yargilandiklarini gazetelerden okuyoruz. Bu kimselerden hic birisi bu suclara karisirken OYAK taahhutlerini rahatsiz etmislermidir? Ben duymadim...


Ama buda tesaduf olabilir.


***







Genelde sirketlerin buyuyup kuculmesi ekonomik trendlere, yonetim stratejisindeki degisiklige, sosyo-politik degerlendirmelere vs baglidir. OYAK Insaat A.S. 1982 tarihinde kurulmus, yani 12 Eylul 1980 DARBESINDEN hemen sonra.



Buda tesaduf olabilir.


***



Tesadufler cogaltilabilir.
New York Times da bir makale sunlardan bahsediyor:







Turkey is currently on a military buying spree, shopping for about $10billion in tanks, helicopters and airborne early-warning systems — an illustration of the military's economic resources that are almost never discussed, even as the military's political involvement comes under increasing scrutiny.

Military-owned businesses — including a bank, 47 percent of a leading automobile maker and 10 percent of Turkey's cement-making capacity — are among Turkey's largest enterprises and exist free from taxes. The businesses operate outside government control and profits pay for pensions, resorts, and other benefits for members of the armed forces, helping attract and retain top personnel and cementing the soldiers' elevated social standing.

Through a large holding company called Oyak, the military has financial interests in 24 companies involved in manufacturing, automobile production, agriculture, construction and finance. It owns a bank, a supermarket chain, extensive real estate and 47 percent of Oyak-Renault, one of the country's two dominant automobile makers.

Many of these businesses are partnerships with the elite of the economic world, from powerful and wealthy families of Turkey like Sabanci and Koc to multinationals like Goodyear and DuPont. The effect is to align the economic interests of the military and important segments of the business establishment.

Oyak, the Turkish acronym for the Armed Forces Trust and Pension Fund, was established by Parliament in 1961, after the first military coup, to provide economic benefits for military officers.

Competing with Oyak and its estimated 30,000 employees can be tough. Although it was set up outside the government, the company is exempt from taxes and financed by payroll contributions from military officers and land donations from the treasury.



Kisaca; Turkiye su siralar 10 milyar dolarlik askeri alis-veris furyasinda (spree) ve bunun kaynaklari neredeyse hicbirzaman tartisilmaz.




Askerlerin sahibi oldugu ve gelirlerinden vergi vermedigi bir bankasi, onde gelen bir otomobil fabrikasinin % 47 hissesi, Turkiyenin cimento kapasitesinin % 10 u gibi buyuk isletmeler var. Bunlardan gelen gelirler emeklilik maasi, tatil koyu, vs olarak uyelerine dagitilip askerlerin yukseltilmis sosyal statusunu saglamlastiriyor.




OYAK in katilimcisi oldugu 24 firma otomobil uretiminden, sanayiye, ziraatten insaat ve finans sektorune kadardir. Bu yatirimlar Koc ve Sabanci gibi yerlilerden, Goodyear, DuPonta kadar uzanir.




30 bin personeli olan OYAK la yarismak zordur. Devlet bunyesinde olmadigi halde vergiden muafdir ve geliri uyelerin aidatlari ve hazineden verilen arazilerden olusur...



***



Mehmet Altan'in bir roportajinda daha baska yorumlar...





"Asker de böyle diyor: Milletin parasını hortumluyorsunuz, çok konuşmayın! Ama, Lockheed diye bir olay var. Türkiye, askeri uçak alımı yolsuzluğunu açıklığa kavuşturmayan tek ülke.




Susurluk konusunda i-na-nıl-maz derecede, general düzeyinde de olmak üzere çok sayıda askerin adı geçiyor. Zaten, bu sosyolojik olarak da mümkün değildir. Herkes kirli, bir kurum temiz.. olmaz. OYAK'ı açıklamak lazım.




Fransa ile aramız Ermeni tasarısından dolayı gerginleştiğinde OYAK ne yaptı? Ana Britanicca'ya göre, üçüncü büyük holding durumundadır. Niye, ordunun böyle bir kurumu var? Bu ülkede silah alımlarını hangi kaynaktan yapıldığı bilinmiyor. Kaynağı bütçede yoktur. Eee, şimdi bir taraftan siz Askeri Ceza Kanunu'nu hiçe sayacaksınız, gerginlik olan ülkeyle ticari ilişkileri koruyacaksınız, Lockheed için ağzınızı açmayacaksınız, Susurluk'un üç ayağından birisi olan kişi hakkında takibatta bulunmayacaksınız, kendinize endeksli bir siyasi kurum oluşturacaksınız. Sonra da kendinizi çok temiz, dürüst, muazzam gösterip bir başkasını suçlayacaksınız".



***




Darbe Anayasasinin perspektifinden bakildiginda yasal olmayan hic birsey yok.



Zihinlere takilan ise tesaduflerin, iddialarin coklugu ve basari grafiginin kiskanclik verici boyutu.



Kiskanmaktan baska yapacagimiz birsey yok. Ne diyelim.

2008-06-15

"Hudson Enstitüsü"nün yıldönümü

Hani hafizamiz biraz zayiftir ya.
Bi hatirlatiyim istedim.
Bazi kimselerin "felaket senaryosu" dedigi meshur "Hudson Enstitüsü" senaryosu vardi ya... onun birinci yil donumundeyiz.
Bir senaryo icat edilmis, icat edenler ve katilimcilar davet edilmis... davetiyenin bir bolumu soyle: (tamami burada)


...off-the-record work shop, participants will “play out” the subsequent events of
this crisis More specifically, we will work to: identify the key drivers behind
the relevant actors’ strategies; explore the most probable responses and
counter-responses; and examine the uncertainties, costs, and benefits of those
strategies Additionally, we will consider the effect that a number of less likely “wildcard” events could have upon this scenario Participants will include
officials from the US government, members of the think -tank community, and
visiting senior-level officers from the Turkish General Staff’s think tank SAREM...
Yani Turk Genel Kurmayi dahil davet edilenler -kayit disi olmak uzere- bu senaryo uzerinde calismalar yapacaklardir.

Neydi o meshur "Hudson Enstitüsü" felaket senaryosu?


18 Haziran’da İstanbul Beyoğlu’nda bombalı bir saldırıda polis ve sivillerden 50 kişi ölüyor, 200 kadarı ise yaralanıyor. Birkaç gün sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu bir suikast sonucu öldürülüyor. Her iki olay da, sahip çıkmasa bile PKK’ya mal ediliyor. Ardından bazı büyük illerde “Ordu Irak’a” diye duygusal dozu yüksek kitlesel gösteriler düzenleniyor ve yaratılan bu öfkeli ortamda Türk ordusu 27 Haziran’da 50 bin kişi ile sınırı aşıp Kuzey Irak’a giriyor…

***

Bir zamanlar senaryo olarak tasarlanmis bu duzenegin zaman icerisinde pekte oyle kagit uzerinde kalmadigi hissediliyor.
Nasilmi?

1- Beyoglu yerine Ulus'ta provasi yapildigini ima eden cok. Halkin ve dunyanin tepkisi olculdu, yetkililerin neler soyliyecegi denendi.
O olay ile ilgili pek cok soru hala cevapsiz.
2- Anayasa Mahkemesi Baskani yerine Danistay uyesi vuruldu. Halkin ve dunyanin tepkisi olculdu, yetkililerin neler soyliyecegi denendi.
O olay ile ilgili pek cok soru hala cevapsiz.
3- Nasil olsa aksini iddia eden olmaz ya! cabucak PKK nin uzerine atmak da kolay. Her iki olaydada zaten once hemen PKK laflari epeyce bir kullanildi.
4- “Ordu Irak’a” diye duygusal dozu yüksek kitlesel gösteriler düzenlenip Halkin ve dunyanin tepkisi olculdu, yetkililerin neler soyliyecegi denendi.
5- Sonrasinda Türk ordusu binlerce kişi ile sınırı aşıp Kuzey Irak’a da girdi... ve cabucak cikti.
O olay ile ilgili pek cok soruda hala cevapsiz.

Ama her seferinde bunlar acemice yapildigi, barisa ve hukuka inan insanlarin bulunmasi nedeniyle olaylar fiyaskoya donustu.
***

"Hudson Enstitüsü" senaryosuna Genel Kurmaydan bir "yalanlama" geldigini Ahmet Altan soyle yaziyor:


Ama “Hudson Enstitüsü’nde yapılan toplantıyla” ilgi Genelkurmay’ın yalanlaması
hâlâ hafızalarda.O “yalanlamanın” yalan olduğu kısa sürede çıkmıştı ortaya.Daha
kısa süre önce yaşadığımız o olay bize, “yalan söyleyebileceklerini” gösterdi
maalesef.
***
Sonuc:

Muhtemelen, birileri oturdu bir plan yapti, senaryolar uretti sonra bunu yabanci ulkelerin yetkilileri ile tartti-hesap etti... ve ardindan provalar yapildi.
Belliki o toplantiya katilan birisinin bu olaydan midesi bulanmis olacakki bunu kamuoyuna duyurdu.

Kimbilir simdiye kadar yapilmis olan fakat kamuoyunun duymadigi ne olaylar vardir diye akla bir soru geliyor.
Daha kotusu... acaba bu turlu senaryolar halihazirda birilerinin masasinda vukuat olmayi bekliyormu?
Hafizamiz zayif ya... olursa yine cabucak yutabiliriz.
Ben biraz tazeleyim istedim.

2008-06-13

Adamı zehirle ama askerlikten sogutma

Gecen yaz bir Turk kahvesine ugramistim hele ne var ne yok diye.
Bir haber "Denizlili kamyoncu Salih varya... AIDS olmus".
Biri oradan soyleniyor; "o kadarda tembih ettik otobanda avlanan kadinlari alma diye ama dinlemez, birde -abi bize ayidis neyin vız gelir- diyordu...".
Sonra vefat ettigini duyduk.
...
Adam ne yapsin memlekette bakan TV ye cikip radyasyonlu cay icer, kus gribi zamani tavuk yer, zehirli baligi yememizi tembih ederse kamyoncu kardesimiz de cikar Amerikanin AIDS li kadinlarina dadanir.
Bakana vız gelen kamyoncuya vız gelmezmi?
***

Bu hafta Turkiyeden Rusyaya ihrac edilen binlerce tonluk domates "Rus halkinin saglina zararli" gerekcesiyle iade edildi.

Ne oldu o domateslere?
Turkiyenin dort bir yaninda misler gibi satildi.
"Vicdani retciyim" diyen gence kitapta buldugu her maddeden dava acan savci "yav bu domates Rus insani icin sagliksizsa bizim insanimiz icinde zararlidir" deyip satanlara, satmaya izin verenlere bir dava actimi?
Hayir?
Aklinin kosesinden bile gecmemis olabilir.
Saglik bakaninin aklindan gectimi?
Mechul.
Peki o cok konusan, o kadar tıp ve bilim adamlarini barindiran YOK Universite Rektorlerinden "gık" diyenini duydunuzmu?
Baykal bu konuda meclis sorusturmasi istedimi?
Cici televizyonlar, boyali gazeterden ses varmi?

Demekki milyonlarca sagliksiz domatesi yiyen milyonlarca insanimizin sagligi bu kimseler icin onemli degil fakat o sagliksiz domatesleri yiyen ayni insanlari askerlikten sogutmak buyuk suc!
Bu nasil oluyor?
...valla ben anlayamadim.

2008-06-03

Irani kim durduracak?

Iran in karsisinda dara olarak duran Saddam gidince bu savas boyunca guclenen tek ulke mollalarin Iran'i oldu.

Irak artik o vazifeyi goremez durumda.
O halde ABD nin stratejik cikarlarina ters duran ve guclenen Irani simdilerde kim durduracak?
Israil yapsa tum bolge tepki verir.
ABD kendisi yapsa diyecem... Iraktan agzi yanan Irani ufler.
O halde kim?
***

- Kimi yazarlar 27 Mayis darbesinin sebebini Menderes’in yatirimlar icin Sovyetlere yaklasmasinin ABD nin cikarlarina uymadigini soyler, dolayisi ile ordu araciligi ile bunu durdurdugunu savunur.
- Kimi yazarlar 12 Eylul’un en onemli iki sebebinden birinin Turkiyede politik istikrarsizligin Sovyetlerin lehine donmesi yani Sovyetlerin bir sekilde Akdenize ve Ortadogu petrollerine acilmasi demek anlamina geldigini, ve yine bunun ABD nin cikarlarina uymadigini soyler. Dolayisi ile ordu araciligi ile bu riski durdurdugunu savunur.
- Yine 12 Eylul darbecileri ilk icraatlerden biri olarak Sovyet etkisine girmeye baslayan Yunanistanin 19 Ekim 1980 de NATO ya donmesini ABD nin cikarlarina hizmet etmek icin imzaladi.
- Yine ABD nin cikarlarina hizmet etmek icin binlerce gencimizi gozumuzu kirpmadan Kore savasina gonderdik.
...ve daha niceleri.

Yani ABD nin cikarlari sozkonusu oldugunda devletin icine islemis olan pek cok hazineden gecinenler gozunu kirpmadan pek cok seye hazirdilar.

Sonra,
Sovyet tehlikesi zayifladi… “Stratejik Ortaklik” da zayifladi.
Gun geldi Irak savasinda arzularini yerine getirmeyince “Stratejik Ortaklik” bitti.
Yani “hadi eyvallah”… git AB ye falan gir, Kurt sorunun beni ilgilendirmez tavirlari.

Elbette darbelerden elitlesen burokrasi bundan hic memnun degildi. Sorunlarini cozmek yerine ustune ustune gitmeyi tercih eden elit zevatin kuru kuruya “Kurt Sorunu, Seriat Tehlikesi, Cumhuriyet elden gidiyor” yakarislari care olmuyordu. “kaleler teker teker elden gidiyor”du.
***

Kader bu ya… ABD nin Irakta basarisiz olmasi yeni kapilari aciyordu.
Yukarida bahsettigim gibi Iran’in yildizi yukseliyordu ve durum ABD icin pek parlak gorunmuyor. Yeni bir Saddam, yeni bir Irak gerekebilir.

Senelerdir 'metal firtinalar'a maruz kalan Turk-Amerikan iliskilerinin birden son aylarda tekrar canlanmaya baslamasi ve birde eszamanli olarak artan Anayasa Mahkeme "Yasasi", Danistay, YOK, Yargitay Muhtirasi gibi gergin olaylar pek hayra alamet degil.

Siz ne dersiniz?

2008-05-27

CHP sadece Feodalitenin solunda


Ingiliz Lordlari 13 YY da ulkenin gidisatindan memnun olmayip, o gunku Kral John'a Magna Carta denilen ve kralin gucunun bir kisminin lordlara devredilmesini saglayan bir belgeyi kabul ettirmistir.

Sanayi devrimi sonucunda bu "asil" Lordlar Kamarasina bir de vatandaslardan olusan ve secimle isbasina gelen Avam Kamarasi eklenmistir. Avam Kamarasi bati demokrasilerindeki halen varligini surduren en eski parlamentolardan biridir. Tarihi boyunca fiziksel oturum duzeni dahil, cok az degisiklige ugramistir.

Oturum duzenininde; iktidar partisi Meclis Baskaninin saginda, muhalefet ise solunda yeralir. Sanayi devrimi sirasinda (sanayici ve tuccar zumreyi savunanlarin atesli iktidar oldugu gunlerde) Baskanin sagindaki zenginler ile solunda oturan emekciler zaman icinde "sagcilar" ve "solcular" olarak adlandirilmislardi. Zaman zaman emekcileri savunan partiler iktidar olmus ve Baskanin saginda oturmussalar dahi "solcu" etiketinden kurtulamamislardir.

Bu kavram zamanla Dunya ulkelerinede yayilmis ve siyaset literaturundeki yeri boylece betonlasmistir. Devaminda gerek sagci gerekse solcu goruslerin icinden "ultra/asiri" vs gruplar ciktiysada, genel anlamda sag daima muhafazakar, sermaye yanlisi, statukocu... sol ise daha liberal, emekcileri temsil eden deyimler olarak kullanilmistir.
***

Pek cok yazar Turkiyede gercek solun hicbir zaman var ol(a)madigini iddia eder. Yanlisda degiller. Avam Kamarasindaki ideolojik pozisyonunu esas aldigimizda, oradaki "sol" bir sanayi toplumundaki sermayeye karsi emekcilerin temsilcisiydi. Yani Kapitalist bir sistemin iscilerini temsil ediyordu. Oysa Turkiye 21. YY da dahi sanayi toplumu olamamis, dolayisi ile isci sinifi yok denecek kadar zayif kalmistir. 1990 lara kadar kitlesel olarak bir buyukluk teskil edememis, 90 lardan sonrada Sovyetlerin cokusu ve darbe anayasasinin altindan kalkamadigi icinde ne ideolojisini gelistirebilmis, nede ithal ideolojileri toplumsal kulture adapte etmislerdir.

Ama yinede ne hikmetse cumhuriyet tarihi boyunca gercek sol ile alakasi olmayan CHP ve benzeri pek cok irili ufakli parti kendine "sol" etiketi yapistirmaya karar vermislerdir.
Sorun da burada... neyin solunda?
***

Aslen CHP:
-Emek - Sermaye - Toprak uretim tarzlari zincirinde Toprak ve Koylulugun solunda durur ama zaten ciliz olan Emekciye ise encok kazik atan partidir.
-Sosyalizm - Kapitalizm - Feodalizm zincirinde Feodalizmin (Agalik, Beylik, Padisahlik vs) nin solunda dursada tarihi boyunca Sosyalizmi savunanlarin dusmanligini yapmistir.
-Materyalizm - Idealizm - Mistisizm (din) zincirinde Dinciligin solundadir fakat dogru durust Materyalizmin ne oldugundan bahsetmez.
-Demokrasi - Fasizm (Milliyetcilik, Darbecilik, Oligarsi) - Aristokrasi zincirinde, Aristokrasinin solundadir buna karsilik Demokrasi kelimesini agzina almaz.

Yani CHP:
Emegin, Sosyalizmin, Materyalizmin ve Demokrasinin sagindadir.
Oyleyse neyin solunda?
Sadece Feodalitenin solundadir.
***

Feodalitenin soluna ait Cumhuriyet, Laiklik, Milliyetcilik gibi kavramlari isitip isitip onumuze koydugu icin kimileri CHP yi birseyin solunda zanneder.

2008-05-14

Ikinci Aktütün Karakolu baskını


Afganistanda cocugunuzu okula gonderirsiniz, diyelimki duvar cocugun uzerine yikildi ve yasamina maloldu. Okul yetkilisinden aileye herhangi bir resmi aciklama gelmesi ihtimali pek yuksek olmayabilir.

Ingilterede cocugunuzu okula gonderirsiniz, diyelimki duvar cocugun uzerine yikildi ve yasamina maloldu. Pek cok yetkili mahkeme mahkeme dolastirilir ve hesap sorulur.

O da cocuk oburude.
Fark ne?
Hesap verme ve hesap sorma kulturu.

Ingiliz yargic Egitim Bakanligi yetkilisine sorar:
Bu duvar niye yikildi?
Teskilatinizda bakim-onarimdan sorumlu birimleriniz varmi?
Bu denetimi yapmak goreviniz degilmi?
Okulun hademesinden mudurune kadar kimse duvardaki catlagi niye farketmedi?
Ne tedbir aldiniz?
Niye tedbir almadiniz?
...
Karar: Ihmal
***

Afgan ordusundan bir askere bir yere gidip gorev yapmasini istersiniz. Asker dusman tarafindan vurulur. Cenazesi aileye teslim edilir. Bu konuda arastirma, inceleme yapilmasi ihtimali mechul.

Ingiliz ordusundaki bir askere bir yere gidip gorev yapmasini istersiniz. Asker dusman tarafindan vurulur. Cenazesi aileye teslim edilir. Ayni anda kapsamli bir inceleme baslatilir. Mahkemeler, cezalar, tazminatlar, bu tecrubeden ders almalar, onlemler takip eder.
***

Aktütün Karakolu baskını 6 saat sürüyor ama bu sırada karakola hiçbir yardım ulaşmıyor, iletişim sağlanamıyor.
...
Gabar Dagi baskinindada ayni seyler olmustu.
...
Daglica baskinindada iletisim kurulamamis, yardim bir turlu ulastirilamamisti.
Ustelik...
Gazetelerden ogrendigimize gore Aktütün Karakolu daha evvel 1992 de de benzeri bir baskina maruz kalmis 22 gencimiz sehit olmus.

20-25 senedir daha nice karakol baskinlari yasadik ve nice sehitler verdik.
Bu olaylarin ertesinde bu planlari yapmak, gerekli lojistik ve taktik destegi saglamakla gorevli olan kimseler hakkinda mahkemeler yapildigini, cezalar yagdirildigini duyaniniz varmi?
1992 de ayni karakola bu baskin yapildiktan sonra şu şu tedbirleri aldik diye aciklama yapan kimseyi duydunuzmu?
Bu aciklama yapilmadiginda "aciklama yapilmasini istiyorum" diyen aile, yetkili, savci, gazete vs. varmi?

Kisacasi hesap veren varmi?
Yada hesap soran?
***

Sizce daha cok Ingiltereyemi yoksa Afganistanami benziyoruz?

2008-03-16

Adaletmi? Vesayetmi? Siyasetmi?

William Howard Taft birilerin zorlamasi sonucu Amerikanin 27. Baskani (1909-13) olmustu. Taft omur boyu Yuksek Mahkeme uyesi olmayi hayal etmisti ama kaderi onu hukuktan ayirip once Bolge Valisi sonra Savunma Bakani ve en nihayet ABD Baskani yapmisti.

Israrlara ragmen ikinci donem baskanlik icin aday olmayi reddetmis ve hukuka geri donmustu. Daha sonraki baskanlardan Harding tarafindan Yuksek Mahkeme Baskanligina ataninca tum hayalleri gercek olmustu.

Taft icin en buyuk onur olan "adalete hizmet" ABD baskanligindan daha onemliydi ve "I don't remember that I ever was President" diyerek tarihteki yerini almisti.
***

Bir fabrikada iscilere kepceyle yemek dagitan ascibasininda, ogrencilerine adil not veren ogretmeninde, cocuklarina esit sevgi dagitan bir anneninde omuzlarinda tasidigi bu adalet duygusu bunu hukukculuk meslegi olarak yapanlara gelince birdenbire soru isaretlerine burunuyor, bu nedenle bu meslege guven ise toplum tarafindan en alt siralara yerlestiriliyor.

Neden?

Cunku, halihazirdaki rejim, "adalet duygusu yuksek" hukukculardan ziyade "devlet"e hizmet edecek, onun ajandasini nakledecek memurlara ihtiyac duyuyor, meslegini universal dogrulara gore yapmak isteyenlere ise Ferhat Sarikaya'nin akibetini layik goruyor.
Liseyi bitirene kadar uyduruk tarih, duzmece bilgiler ve sisirilmis toplum muhendisligi degerleriyle yetisen genclerin cogunun hukuk fakultelerine adim attiklari gun adaletten anladiklari ile universal adalet anlayisinin arasindaki fark cok buyuk. Fakulteler ise "sisteme" hukucu yetistime programi ile duzenlendigi icin bu duyguyu yeterince veremiyor, mezuniyetten sonrada cogu zaman devletin disli carklari arasinda ogutuluyorlar.
Meslegi adalet dagitmak olan kimselerin caresizligi ve zaman zaman hassasiyetsizligi toplumun tum katmanlarinada yansiyor ve adalet istemeyi bile bilmeyen bir toplum haline geliyoruz.
***
Malum, Anglo-Sakson kulturlerinde, ozellikle Ingiltere, ABD, Kanada gibi ulkelerde juri sistemi vardir. Filimlerden, TV lerden izledigimiz bu sistemde kasaba halkinin icinden rastgele secilen 12 kisi adi suclardan siyasi suclara, askeri davalardan tazminat davalarina kadar her turlu davalarda saniklarin suclu yada sucsuz olduguna karar verir. Bu karari verirken kisisel dusuncelerini, kendi siyasi bakis acisini, sanigi canavar gibi sunan medya etkilerini bir kenara birakir ve sadece hukuki gerceklere bakar.
Kisacasi adaleti herseyin ustunde tutar.
Sokaktaki tezgahtarindan en buyuk sirketlerin patronlarina kadar herkesin ayni esit sandalyeye oturdugu jurilerdeki bu uygulama en kucuk dag kasabasindada milyonlarca kisinin yasadigi Manhattan'dada farksiz sekilde uygulanir. Cikan karardan hic kimsenin kuskusuda olmaz. Ve bu toplumlarda adalet kurumuna olan guvenin diger tum kurumlarin ustunde olmasi tesadufi degildir... ana neden; egitim, sosyo ekonomik, kulturel seviyesi ne olursa olsun bireylerin sahip oldugu yuksek adalet duygusunu hazmetmis olmasidir.
***
Hani olaki bu juri sistemini Turkiye'ye adapte edelim diyelim.
Zannediyormusunuzki bir sanik icimizden cikan 12 kisi tarafindan adil yargilansin? Hele hele siyasi veya devlet tarafindan "hain"likle suclanan birisi...
Mumkun degil.

Cunku,

Toplumsal adalet duygumuz nesillerdir vesayet altina alinmis, iradesiyle karar veren vatandaslar olmak yerine "devletin kestigi parmak acimaz" davranisiyla kaderine razi olan yiginlar haline donusmusuz.
Bunu rayina oturtmak yine nesillerce iyilestirmeyle mumkun.

Fakat Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya gibi kimselerin liderligini yaptigi sistemde bunu baslatmak bile imkansiz gibi gorunuyor.

Yazik.

2008-03-12

Turkiye Kooperatifi'ne hos geldiniz!


Bir insaat muhendisi tutup "valla, hesaplarim ve kurallar bu binada su kadar cimento, bu kadar demir kullanacaksin derse itibar etmem... benim icin onemli olan muteahhitlik sirketi, o ne isterse o kadar kullanirim" dese o muhendisin ya aklindan suphe ederiz yada sikayet edecek bir yer arariz degilmi.

Peki ya bir hukukcu "Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem", "Önce devlet gelir" derse ne dersiniz?
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı'nın (TESEV) yargıyı ele aldığı, 51 hâkim ve savcıyla yüz yüze mülakat yoluyla yaptığı 'Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları' başlıklı araştırmada, Yargi mensuplari kendi gorevinin hukuku korumak degil devleti korumak oldugunu soyluyor.

Mulakat raporundaki yargi mensuplarindan bazi inciler söyle;



32 hâkim ve savcıya göre adalet, yurttaş, toplumsal barış, devlet, demokrasi gibi kavramlar yargılama sırasında karşı karşıya gelebilir.
26'sına göre insan hakları devlet açısından tehdit oluşturabilir.
19'una göre devlete karşı işlenmiş suçlarla devlet görevlileri tarafından işlenmiş suçlara karşı yaklaşımda farklılık var. 14'ü bunun böyle olması gerektiğini savunuyor. 27'si karar verirken temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmaları göz önüne almıyor. 33'ü AİHM'nin Türkiye hakkında verdiği kararları basından izliyor.
25'i AİHM kararlarından dolayı yargılamanın yenilenmesini olumsuz buluyor.
32'sine göre İHM kararları Türkiye'ye karşı önyargılı.
Sekizi 301. maddenin kaldırılmasını, 13'ü kalmasını istiyor.
30'una göre AB uyum yasaları çerçevesindeki düzenlemeler insan hakları gelişimi açısından olumlu. 13''ü yenilikleri ülke koşullarına uygun bulmuyor.
17'sine göre AB sürecinde milli değerler korunmalı.

Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem.
Devletim olmadıktan sonra bireysel özgürlüğüm işe yaramaz.
Devletin nesini koruyacaksınız? Devletten önce yurttaşı koruyun.
Biz biraz Yargıtay'cıyız.
(Milletlerarası anlaşmalar) Valla bu sistemimize müdahaledir yani.
(AİHM kararları) Çok çirkin buluyorum. Eğer beğenilmeyecek bir yargı kuralı ihlali varsa biz değiştirelim, AİHM talimat vermesin.
(Failin kimliği) Bavul ticareti için ülkemizde bulunan yabancı bir kadına tecavüz edilmişti. Heyetteki üyelerden biri 'Ne yapalım, onlar da bizim kadınlarımıza Kosova'da tecavüz ettiler' demişti. Çok şaşırmıştım.
(Devlet görevlisi sanığa anlayışlı davranma) Öyle bir eğilim var. Biz vatan millet sakarya diye yetiştirilmişiz. Halbuki bireyin merkez olduğu bir toplum daha müreffeh olur.

***

Nedir bu "devlet" de herseye ragmen bu kadar koruyoruz.

Anlamak icin basit bir analoji yapalim...

Diyelimki 893 kisi bir araya gelip bir yapi kooperatifi kuralim dediniz. Bu 893 kisi herseyi yurutemeyecegi icin bir Genel Kurul (meclis/yasama) olusturup kurallari koyar. Sonra bu kurallara gore isleri yurutecek bir Yonetim Kurulu secilir (yurutme/hukumet). Daha sonra; birde Denetleme Kurulu (yargi) olustururuz ki bu da yurutmeyi ve uyeleri sizin adiniza denetler.

...ve bu Denetleme Kurulu uyeleri tutup "yok kardes, kooperatif yonetimi cikarlari sozkonusu oldugunda uyelerin haklari, kural, yonetmelik filan dinlemem" diyor. Onlara gore kooperatif "kutsal" ve halihazirdaki kurallarin degistirilmesi, iyilestirilmesi, seffaflastirilmasini teklif edenler "hain".
Hani bununla bitse iyi. Birde kooperatifin bekcisi var ve bu kardesimizde hic kimseye hesap vermiyor... fakat onun maasini siz verip lojmanina kadar masraflarini karsiliyorsunuz.

Ne guzel duzen degilmi?

...

Turkiye Kooperatifine hos geldiniz!

2008-02-01

1908-2008: İttihatçılardan Ergenekoncular’a

100 yasinda cocuk olurmu?

Olur iste.
Turkiye siyaseti 1908 de darbecilerin vesayetine girdiginden buyana bir turlu olgunlasamadi ve kafasina gore hukuk, nabza gore politika, dayisina gore zenginligin yasandigi ulke oldu. Itiraz etmek yada hesap sormak yerine sloganlar atan cocuk ruhlu toplum oluverdik.

Star Gazetesinden Eser Karakas konuyu bir olcude gozler onune sermis...
-------------------------------------

1908-2008: İttihatçılardan Ergenekoncular’a


İçinde bulunduğumuz 2008 senesi Türkiye ve Osmanlı tarihinin çok önemli bir kilometre taşı olan 1908’in yani İkinci Meşrutiyetin yüzüncü yılı.

2008 senesi içinde umarım 1908 meselesi ülkemizde yüzüncü yıl vesilesiyle tüm boyutlarıyla tartışılır; bu tartışmanın öneminin ağırlıklı olarak bir hatırlama tartışmasından çok günümüz Türkiye’sini anlamaya yarayacak bir tartışma ortamı olacağı kanısındayım.

1908 aynı zamanda İttihat ve Terakki hareketinin de Osmanlı coğrafyasında egemenliğinin resmileştiği bir tarih.

İttihat ve Terakki iktidara geliyor, darbeler gerçekleştiriyor, Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokuyor, arkadan İmparatorluk dağılıyor ve Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor.

İttihat ve Terakki kadroları ve zihniyeti Cumhuriyet döneminde de egemenliklerini kısmen de olsa sürdürüyorlar ve hatta bu zihniyet belirli biçimlerde, belirli merkezlerde bugüne dek geliyor.

Ergenekon çetesi toplumun gündemine geldiğinde İttihat ve Terakki’den yeniden söz ediliyor oluşu boşuna değil belki de.

***

İttihat ve Terakki liderlerinin, Cumhuriyet döneminde bu ideolojiyi devam ettirenlerin tarihsel kimlik ve kişilikleriyle bir meselemizin olmadığı ortada ancak bu durum yine de bazı somut tarihsel gerçekleri görmemek anlamına gelmemeli.

Bugünden tam yüz sene önce 1908’de İttihat ve Terakki Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini eline aldğında Osmanlı coğrafyasını, haritasını hatırlamakta büyük fayda var.

1908 senesinde bir Osmanlı Avrupa’sı var ve bu coğrafyada Selanik, Kosova, Manastır, İşkodra, Yanya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Ege adaları, Girit, Kıbrıs Osmanlı vilayetleri ya da sancakları.

1908 senesinde bir de Osmanlı Asyası mevcut ve bu coğrafyaya tüm Anadolu’ya ilaveten Halep, Beyrut ve tüm Lübnan, Kudüs,Şam ve tüm Suriye, Musul, Bağdat, Basra, Hicaz ve Yemen dahil ve bu merkezler Osmanlı vilayeti ya da sancağı.

1908’de ayrıca bir de Osmanlı Afrikası var ve bu coğrafyaya da Mısır (hidivlik), Bingazi, Trablusgarp ve Tunus sancakları ve vilayetleri dahil.

1908’de yani günümüzden tam yüz sene önce tüm Balkanlar, Ege, Anadolu, Ortadoğu’nun yaklaşık tümü ve Kuzey Afrika’nın tüm doğusu Osmanlı toprağı.

Arkasından İttihat ve Terakki maceracılığı geliyor, İmparatorluk dağılıyor ve Türkiye Cumhuriyeti Anadolu’da ve Doğu Trakya’da kuruluyor.

Yukarıda sınırlarını belirtmeye çalıştığım coğrafya Kanuni dönemi coğrafyası değil, günümüzden sadece yüz sene önceki 1908 coğrafyası, Osmanlı toprakları.

***

Bugün İttihatçı zihniyet ve alışkanlıklarına sahip çıkmaya çalışan, silah ve Kutsal Kitap üzerine yemin eden, ettiren Ergenekoncuların büyük dedelerinin zihniyeti ve eylemleri bu coğrafyada büyük bir felakete, İmparatorluğun tümüyle kaybına ve küçülmeye neden olmuştu.

Bizlerin bugün korkusu ise Enver’lerin, Talat’ların, üstelik çok ama çok kötü kopyalarının, aynı zihniyet ve eylem anlayışını bayrak yaparak 21. yüzyılda başımıza büyük belalar getirmeleri.

Birilerinin güçlü devlet sevdası, özlemi varsa bilsinler ki bunu gerçekleştirmenin 21. yüzyılda yegane yolu AB tam üyeliğinden geçiyor.

Eser KARAKAS - Star
01.02.2008 http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=140613

2008-01-22

Kürtlerle Karadenizliler yer değiştirsinler!

Kac gundur oturup soyle yine gundeme oturan Turban konusunu, Anayasa ve yine Kurt Meselesi konusunda kulaginin ustune yatan hukumeti yazmak istiyorum. Ama ne mumkun!
Gazetelerde oylesine haberler cikiyorki kopya edip buraya yapistirmaktan gundem hakkinda yazamiyorum.

Milliyette yine bir haber yayinlanmis, 1960 ve sonrasi doneminin ..... politikalarindan bazilari yayinlamis. Bu politikalardan biride "Hicret" yani 1915 de Ermenilere yaptirilan hicret in aynisi tek fark rakamlar bu sefer daha buyuk. Tutsi ve Hutu kabilelerini bile kiskandiracak haber soyle:

-------------
http://www.milliyet.com.tr/2008/01/22/guncel/agun.html

Ecevit'n Gizli Arşivi'nden çıkan inanılmaz belge
27 Mayıs'ta askerler, Kürt sorununa ittihatçılar gibi 'hicret çözümü' önerdi:

Kürtlerle Karadenizliler yer değiştirsinler!

1961'de askerler Kürt sorununa çözüm üretmek üzere bir "Doğu Grubu" oluşturdu. Bu grup, bir "Doğu Raporu" hazırladı. Yıllar sonra, o koalisyonun Çalışma Bakanı Bülent Ecevit'in arşivinde bulunacak bu belgedeki "yapılacaklar listesi"nde göç önerisi vardı: "Bölgenin, kendilerini Kürt sananlar lehindeki nüfus strüktürünü Türk lehine çevirmek için, Karadeniz sahillerindeki fazla nüfusla, memleket dışından gelen Türkleri bu bölgeye yerleştirmek, kendilerini Kürt sananları bölge dışına hicrete teşvik etmek..."

Ecevit'in gizli arşivi
Can Dündar / Rıdvan Akar

Yıl: 1961... 27 Mayıs'ta iktidara el koyan askerler, "vatanın bütünlüğü" konusunda endişeliydi. Muhtemel bir Kürt sorununu önlemek için tedbir araştırıyorlardı. Şunu görmüşlerdi:"Vatan bütünlüğünün yegâne garantisi, bölge halkını devlete daha sıkı bağlamaktı."Bunun temini için "İnkılap Hükümeti", Devlet Planlama Teşkilatı'na konuyu inceleme görevi verdi. DPT bünyesinde bir "Doğu Grubu" oluşturuldu. Bu grup, bir dokümantasyon merkezi kurarak bölgeyle ilgili MAH'ta (MİT), Genelkurmay'da, Emniyet'te ne bilgi varsa toplayacak ve "bölgenin nüfus strüktürünü değiştirme ve asimilasyon bakımından" gerekli politikaları saptayacaktı. "Doğu Grubu", 8, 10 ve 16 Şubat ile 24 Mart 1961'de "bölgede çalışmış ve çalışmakta olan başlıca idare ve siyaset adamları"nı bir araya getirdi, ortaya çıkan önerileri hükümete iletti. Gürsel kabinesi, raporu 18 Nisan'da görüştü ve kabul etti. Yayımladığı kararnameyle, bakanlıklarca fiiliyata geçirilmesini istedi. Ancak, hükümet o yılın ekiminde yapılan seçimle devrildi.Yerine, kasımda İnönü başkanlığında kurulan AP-CHP koalisyonu geldi.Bunun üzerine "Kürt dosyası", "bir muhtırayla" yeni hükümete iletildi ve uygulamanın devamı istendi.

Raporda radikal öneriler
"Politika Dairesi Başkanı Kurmay Albay Haşim Tosun" imzasıyla yeni hükümete gönderilen raporun giriş yazısında kibarca, "Bunu, sizin tasarruf hakkınızı kullandığımız şeklinde yorumlamayın, size bir yardım kabul edin" deniliyordu.Bülent Ecevit, yeni kabinenin 35 yaşındaki Çalışma Bakanı'ydı.Göreve gelir gelmez, bu raporu masasında buldu.Üzerinde, "Devletin Doğu ve Güneydoğu'da Uygulayacağı Kalkınma Program Esasları" yazıyordu.Son derece ayrıntılı hazırlanmış rapor, bazı radikal çözüm önerileri getirirken, sonraki yıllarda uygulanacak kimi politikaları da adeta haber veriyordu.


ECEVİT'İN CEVABI
Bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim...
Ecevit, Çalışma Bakanlığı sırasında masasına konan Kürt raporunu alıp arşivine kaldırdı. Oradaki görüş ve önerilerin çoğuna katılmadığı biliniyordu.O rapordan 8 sene sonra yazacağı, "Pülümür'ün Yaşsız Kadını" şiirinde, Anadolu'nun bütün halklarını sahiplenecek ve "Türkiyeliliği" ile övünecekti.

Pülümür'ün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü

bir asa vardı elinde
bir solmuş krallığın
Kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o, bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk...

Yaşını sordum, bir giz gibi güldü
Koluma girdi bir soylu kadınca
Tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
Beni tek gözlü sarayına götürdü
Köy yapısı kulübesinin

Zamanı onda yitirdim ben
Yitik zamanlara onda eriştim
En soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
Bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim...

'Devletin yerine ağa'
Rapora göre Doğu ve Güneydoğu'da dış tahriklerin de etkisiyle yurt bütünlüğünü bozucu bazı faaliyetlere teşebbüs edilmişti ve "bu durum, tahripkâr neticeler doğurma temayülü gösteriyor"du. Bunda, "devletin bugüne kadar izlediği tezatlı politikalar"ın da etkisi vardı. Bölge ihmale uğramış, otorite boşluğuna ağalık, şıhlık gibi "sosyal müesseseler" yerleşmişti. Hem bölge halkının devlete bağlılığı azalmış hem de bölgedeki ayırıcı faaliyetlere müsait bir zemin yaratılmıştı.

Nüfus kompozisyonu değişmeli
DPT, acilen "Doğu ve Güneydoğu Bölgesi için özel Kalkınma Planları" hazırlanmasını öneriyordu.Plandan şu yararlar bekleniyordu:
"a) Bölgede gelirin artmasını ve iyi dağıtılmasını sağlamak.
b) Bölgeye diğer bölgelerden nüfus çekmek veya bölge nüfusunun bir kısmını iktisadi teşvik tedbirleriyle- diğer bölgelere göndermek suretiyle, bölgenin nüfus kompozisyonunu değiştirmek.
c) Sosyolojik ve antropolojik araştırmalara dayanarak, bölgenin sosyal yapısını temsili sağlayacak yönde- değiştirmek..."

İttihat Terakki de düşünmüştü (1915 Ermeni Hicretini hatirlayin -Haydar Eren)
Kısmen İttihatçıların 1913-1918 arası uyguladığı yöntemi (Bu konuda bkz: Fuat Dündar, "İttihat ve Terakki'nin Müslümanları İskân Politikası", İletişim, 2001) çağrıştıran bu teklif, nasıl uygulanacaktı?Raporda bunun yöntemi ayrıntılarıyla ortaya konmuş.Rapordaki önerilerden bazıları aşağıda:

HİCRET ESASLARI
Kürtler, 'Türk çocuğu' bulunan yerlere...
ASİMİLASYON: Halihazır İskân Kanunu ve tatbikatını, tesbit edilen politika ihtiyaçlarını karşılayacak ve asimilasyon temin edecek şekilde incelemek ve tadil etmek...

HİCRET: Bölgenin, kendilerini Kürt sananlar lehindeki nüfus strüktürünü, Türk lehine çevirmek için, bölgelerindeki iktisadi şartların zorluğu karşısında başka taraflara hicrete mecbur kalan Karadeniz sahillerindeki fazla nüfusla, memleket dışından gelen Türkleri bu bölgeye yerleştirmek, bölgedeki kendilerini Kürt sananları bölge dışına hicrete teşvik ve bu hicreti finanse ederek, memleketin Türk çocuğu bulunan yerlerine iskân etmek...

IRAK KÜRTLERİNDEN AYIRMAK: Türkiye'de kendilerini Kürt sananlarla İran ve Irak'taki Kürtlerin irtibatını kesme bakımından bölgeyi, kendilerini Kürt sananların çoğunluğunu dağıtmak üzere, sistemli bir şekilde bölecek iskân sahalarına ayırmak...

KONTENJAN KADRO: Bölgeden batıya ve batıdan bölgeye nüfus akışını temin maksadıyla, doğu ve batıda resmi ve özel sektöre ait sınai, zirai ve ticari tesislerin personel kadrosunun muayyen bir nisbetini, diğer bölge halkından olan işçiler için kontenjan olarak tefrik etmek...

MİSYONER YETİŞTİRMEK: Planlanan bölge okulları, köy okulları ve meslek okullarının faaliyete geçirilmesi... kız ve erkek misyoner yetiştirilmesi ve bunun için hususi müessese kurulması... Bölge halkından kabiliyetli ve küçükten asimile edilen gençlere yüksek tahsil imkanları sağlanması...

KÜRT MEMURLAR: Doğuya kendilerini Kürt sananlardan vali, kaymakam, hâkim, jandarma subayı, ordu subayı, assubay, öğretmen, memur gönderilmesi...

RADYODA PROPAGANDA: Radyo vasıtasıyla Türkçe güfteleriyle mahalli havaların çalınması ve mahalli radyoların, bölge için, propaganda uzmanlarından müteşekkil gruplar tarafından hazırlanacak programları yayması...

İNANDIRMA FAALİYETİ: Irk bakımından, Türk siyasi düzeninin kendi menfaatleri bakımından en elverişli, en emin ve en çok imkan sağlayan düzen olduğunu telkin eden bir inandırma faaliyetine girişilmesi...

TİYATROCULAR, ÂŞIKLAR: Uzmanlar tarafından hazırlanmış skeçler oynayacak küçük tiyatro ekiplerine, bölgenin lisanına vakıf saz şairlerine yukarıdaki fikirlerin aşılanması...

KÜRT MESELESİ YOKTUR: Dünya entelektüel muhitine Türkiye'de bir Kürt meselesinin mevcut olmadığının anlatılması...

DOĞUNUN TÜRK TARİHİ: Bir üniversiteye bağlı derhal bir Türkoloji Enstitüsü kurularak, kendini Kürt sananların menşelerinin Türk olduğunun ispat olunarak yayınlanması... Doğunun Türk tarihinin yazılarak neşredilmesi...

DAĞLI TÜRKLER: İslam Ansiklopedisi, Rus âlim ve politikacısı Minovski'nin tarafgirane bir surette, kendini Kürt sananların menşeinin İrani olduğunu iddia eden yazısını alarak, kendilerini Kürt sananlar kısmında neşretmekle, Lozan'da delegelere kabul ettirilen, kendilerini Kürt sananların dağlı Türkler olup, menşelerinin Turani olduğu tezi ile de tezada düşülmüştür. Doğulu münevverler arasında münakaşayı mucip olan ve ayrılık taraftarlarına tutamak veren bu hatanın, derhal tashih edilmesi...

MENŞELERİ TURAN: Kendilerini Kürt sananların, menşelerinin Turani kavimlere dayandığı hakkında, çeşitli yönlerden arayışlar yapılmaya ve neticelerinin türlü neşir vasıtalarıyla yayılması..

SUNUŞ
Türk siyasi hayatının hafıza odasında
Bülent-Rahşan Ecevit çiftinin Oran'daki kütüphane evinin her tarafı kitapla dolu geniş bir salonu var.
Bu salonun hemen arkasında daha küçük bir oda bulunuyor.
Orada da raflar, raflarda dosyalar var. Dosyaların üzerindeki başlıklar, buranın Türk siyasi hayatının hafıza odası olduğunu kanıtlıyor:"MİT raporları... MGK tutanakları... 12 Eylül mektupları... Arayış yazışmaları... Kıbrıs-Yunanistan dosyaları... Ecevit'in mektupları... Ecevit'e yazılan mektuplar..."Kapağını kaldırdığımız her dosya, yakın tarihin bir başka karanlık köşesini aydınlatıyordu:
Biri Maraş'ın... diğeri Susurluk'un... bir başkası 12 Eylül adaletinin... Kürt meselesinin... ya da CHP içi bir çekişmenin...İki belgeselci, böyle bir belge deposuna buyur edilince ne yaparsa onu yaptık biz de:Ecevit'ten bazı belgeleri yayımlamak için izin istedik.İzin verilince de bu hafta çıkacak "Ecevit ve Gizli Arşivi" (İmge, 2008) başlıklı kitapta 100'e yakın belgeyi onun yaşam öyküsü içine yerleştirdik. Bu yazı dizisinde, Ecevit'i, kavgasını, öfkesini, yalnızlığını, yoksulluğunu belgeler anlatacak.Eminiz ki, belgelerin tümü yayımlandığında, gerçekler biraz daha su yüzüne çıkmış olacak.
Ecevit arşivinin önemli belgeleri kitapta yer alıyor
"Karaoğlan" belgeselini çekerken, Bülent Ecevit'in kişisel arşivinde bazı tarihi belgelere ulaştık.Hem yakın tarihe hem de Ecevit'in siyasi mücadelesine ışık tutacak nitelikteki bu belgeler, bu hafta İmge Yayınları'ndan çıkacak olan "Ecevit ve Gizli Arşivi" kitabında yayımlanacak.Ecevit'in paha biçilmez arşivinin en ilginç belgelerini bu yazı dizisinde ilk kez gün ışığına çıkarıyoruz.
-------------------------------

KİŞİYE ÖZEL
ZATA MAHSUS

T.C.
BAŞBAKANLIK
KANUNLAR VE KARARLAR
TETKİK İDARESİ

Karar sayısı .5/1108
KARARNAME SURETİ
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından hazırlanan 3 Nisan 1961 gün ve DPT-SPD-DG-2400 sayılı ilişik “Devletin Doğu ve Güneydoğu‘da uygulayacağı kalkınma programının esasları” adlı rapor Bakanlar Kurulunun 18 Nisan 1861 günü yaptığı oturumda müzakare ve kabul edilmiş ve
a. Mezkur esasların Devlet Planlama Teşkilatınca planlama, koordine ve tatbikinin yapılması,
b. Esasların yerine getirilmesi için DPT’nin ilgili Bakanlıklar mümessilleriyle kuracağı özel komisyonlarda programlaşan hususların Bakanlıklarca fiiliyat sahasına konulması,

18 Nisan 1961 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Devlet BaSkanı ve Başbakan Org. Cemal GÜRSEL
Devlet Bakanı ve Başbakan Yrd. S. ULAY
Devlet Bakanı F.ÖZDİLEK
Devlet Bakanı H. MUMCUOĞLU
Adalet Bakanı E. TÜZEMEN
Milli Savunma Bak. M. ALANKUŞ

Içişleri Bakanı N. ZEYTİNOĞLU
Dışişleri Bakanı S. SARPER
Maliye Bakanı K. KURDAŞ

Milli Eğitim BakanıA. TAHTAKILIÇ
Bayındırlık Bakanı Prof. M.GÖKDOĞAN
Ticaret Bakanı M. BAYDUR
Sa. Ve Sos.Y. Bakanı R. ÜNER
Güm. Ve Tekel Bakanı F. AŞKIN
Tarım Bakanı O. TOSUN
Ulaştırma Bakanı O. MERSİNLİ
Çalışma Bakanı C. TALAS
Sanayi Bakanı V. K.KURDAŞ
Turizm Bakanı İmar ve İskan Bakanı C. BABAN R. ÖZAL

Suretinin aynıdır.
Haşim TOSUN (Kur.Alb. Politika D. Başkanı)

ESBABI MUCİBE
İnkilap Hükümeti 1108 sayılı Bakanlar Kurulu kararını çıkarıncaya kadar Doğu ve Güneydoğu bölgesinin yurdun diğer kısımlarına nazaran dikkati çekecek derecede ihmale uğradığını görmüş ve bölgede,devletin nüfusunu daha ziyade arttırmayı ,bölge halkını mevcut devlet nizamına daha sıkı bağlamayı,VATAN BÜTÜNLÜĞÜNÜN YEĞANE GARANTİSİ olduğunu idrak etmiş ve bunun tamini yolunu bulmak için Devlet Planlama Teşkilatına tetkik vazifeleri vermiştir.

Bu tetkikler neticesinde, mezkur teşkilatı tarafından ekteki rapor hazırlanmıştır.Bu rapor teklif edilen hususların ,kısa bir zamanda tahakkuk ettirilemeyeceği ve dlayosoyla tatbikatının birbirini takip eden Hükümetler tarafından icra edilebileceği anlaşılmış,bulunduğundan , kendisinden sonra gelen Hükümetlere ,bir muhtıra ile açıklanmasına zaruret hasıl olmuştur.

mes'elenin inkilap hükümetinin ,kendisinden sonra gelecek hükümetlerin ,tasarruf haklarını kullandığı gibi bir telakkiye yol açmaması ,teklif edilen tedbirlerin VATAN BÜTÜNLÜĞÜNÜN YEĞANE GARANTİSİ olduğu ve inkilap hükümetinin ,bu işte daha fazla gecikmiyerek ve modern devlet idaresindeki uzun vadeli planlama ihtiyacı zihniyetine uyarak, kendisinden sonra gelecek hükünetlere bir yardımı şeklinde kabul edilmesi temenni olunur.

SURETİNİN AYNISIDIR.

Haşim TOSUN
Kur. Alb.
Politika D. Bşk.

YARIN:BAŞBAKAN ECEVİT'E 1979'DA VERİLEN RAPOR: "Urfa'da halk devletle Apocular arasında kalmış. Kim ağır basarsa o tarafa kayacak."
-------------------------------

Daha fazla bilgi icin : http://demokrasidemokrasi.blogspot.com/2007/11/ulkuculerin-tarihi.html

2008-01-06

Devlet oyle dedi

ABD Howard Universitesinin siyahi profesorlerinden birisi birkac yil once bir kisim atalarinin gelmis oldugu Tanzanyaya bir seyahat yapmaya karar vermis. Bunu ogrenen PBS TV produktorlerinden birisi bu ziyareti belgesel haline getirmeyi teklif etmis.

“Şok oldum” sozleriyle baslayan belgeselde profesor Tanzanyanin Zanzibar adasinda bir sehirde dolasiyor ve yuzde yuz zenci olan insanlarla sohbet ediyordu. Her konustugu kisi “yoooo, ben Afrikali degilim, ben Fars’im (iranliyim) diyordu. Bir kafeye giriyor ve oradakilerde ayni seyi soyluyor, bir dukkana giriyor ve oradakilerdende ayni cevabi aliyordu.
Nasil oluyorda Fars oluyorsunuz? sorusunun cevabini ise kimse veremiyordu sadece “atalarimiz Fars” deyip geciyorladi. Profesor bir ikisi ile argumana girip “yahu kardesim senin derin benimkindende siyah… nasil kendini Fars olarak gorup –Afrikali- olani asagilarsin” diyorsada adamlar iddialarindan vazgecmiyordu.

En nihayet bir okul ogretmeni ile yaptigi roportajda isin asli ortaya cikar.
Ogretmen, bundan 400 sene kadar once bir fars gemisinin ada aciklarinda firtinadan dolayi batmasindan sonra 20-25 kisilik gemi tayfasinin adaya yerlestigini ve onlardan olan cocuklarin kendilerini babalarinin soyundan sayarak “Fars” oldugunu soylemesi ile baslayan bu furya yuzyillar boyu olan evliliklerle daha cogalmis sonucta adadaki herkes oyle veya boyle bu “Fars”larla bir kan bagi olusturmus. Ada halki onbinlerce Afrikali atasini reddedip, onlara karisan 20 kisiyi atasi addetmektedir… diyordu.
***

İTÜ öğretim üyesi, antropolog Timuçin Binder'in yazdiklarina ek olarak Anadolu insaninin bir baska karakteristigine deginmek istiyorum.
Akdeniz Anemisi diye bir hastaligi hic duydunuzmu bilmem. Bu hastalik genetik hastaliklarin en bariz olanlarindan biri. Bildigim kadariyla bulasiciligi olmayan fakat evlilikle devam eden bir hastalik. Bilimsel adi “Thalassemia” olup, tıpta Talesemi, halk arasinda ise Akdeniz Anemisi olarak geciyor. Ekteki fotograftada goruldugu uzere kirmizi kan hucreleri yuvarlak olmasi gerekirken hilal/orak/yarım ay vs gibi bozuk bicimde vucutta uretiliyor bu da daha sonra basta kansizlik olmak uzere cesitli rahatsizliklara sebep oluyor.
Bu hastaligin en onemli ozelliklerinden birisi –BOLGESEL- olmasi. Dunyadaki baska ulkelerde minimal oranda biraz gorulsede, cok buyuk bir oranda Akdeniz ulkelerinde var olmasi. Turkiyede Hataydan Izmire kadar olan kiyi seridinde her 8 kisiden birinde (%12), Kibrista her 6 kisiden birinde (%16), Yunanistan %12, Lubnan, Italya, Mısır, Ispanya vs. ulkelerdede benzeri rakamlarla varken ne Anadolu iclerinde, ne Kuzey Avrupada, nede Afrikada kayda deger oranda gorulen bir hastalik degil, Orta Asyada ise hic gorulmeyen bir hastalik.

Bilim adamlari bunu sebebinin binlerce senelik Akdenizli ortak atalardan geldigini ve hastaligin genetik olarak varligini surdurmesinin kacinilmaz oldugunu soyluyor.
Cok yakindan tanidigim Aydın’lı bir ailede de bu hastalik siddetli bir sekilde var ve sulalece surekli doktor gozetiminde yasiyorlar.
Isin garip tarafi ise bu aile illada okulda ogretildigi uzere Orta Asyadan gelen bir irkin torunlari oldugunda israr edip, Kibrisli, Yunanli vs gibi halklarla akrabaligini reddediyor.
***

Simsiyah derisi oldugu halde soyunu kucuk gorup kendini “Fars” ilan edenin dustugu komik durum ile nesillerdir Akdeniz Anemisi ile yasayanlarin kendisini Ergenekonlu iddia etmesinin komikligi arasinda hic bir fark yok.
Bu sakat zihniyete saplanip isin icinden cikamayan, Anadolulugundan utanip “aksini ispat ederim lan” diyerek gidip yine kendisi gibi Anadolulu olan Hrant Dink’i olduren O.S. lar oyle tek tuk degil… binler, onbinlerce. Tilki Ocaklari Dernekleri onlarla dolup tasiyor.
Yine milyonlarcamiz evimizde yada kiz alip verirken kim oldugumuzu gururla anlattigimiz halde, toplumsal mekanlarda basimizi onumuze egip sessiz, sakin bir sekilde bu gerceklerin inkari ile yasayip gidiyoruz.

Niye?

Devlet oyle dedi.